Şiir Versus / Ekim - Kasım 2021

Charles Sımıc: Lirik Şiir, İnsanoğlunun Hayal Ettiği En Yıkıcı Şeydir

Söyleşi: Rıdvan Tulum, Samed Karataş

İkinci Dünya Savaşı’nı görmek… Dünyanın değişimine tanık olmak bir bakıma… Acılar ve gözyaşları… Şiir, buradan mı çıkıyor?

Söylenecek ilk şey, bugün şudur: 6 Nisan 1941’den beri geçen 80 yıl… Almanlar, Belgrad’ı ilk kez bombaladığından beri geçen süre bu. Sabah 5’te üç yaşındayken caddenin karşısındaki bir sığınak binasında yataktan uçtum. Tek hatırladığım, biraz cam kırıkları ve ışıklar, çünkü caddenin karşısındaki bina yanıyordu, kül oldu ve oyun oynadığım çocuklardan biri caddenin karşısındaki bu binada öldü.

İşte hayata böyle uyandım. Nasıldır bilirsiniz. Yani bunların hiçbiri olmasaydı ne tür bir şiir yazardım hiçbir fikrim yok. Sanırım yazarlık hayatımın çoğu, hatta hemen hemen hepsi İkinci Dünya Savaşı’ndan çıktı. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından işgal edildik. Olağan gaddarlıklarla geçti… Her zamanki gibi infazlar, insanların kamplara ve Almanya’ya çalışmaya götürülmesi…

Ve buna ek olarak biz Yugoslavya’da, işleri basitleştirmekten hoşlanmayız, bir iç savaş vardı. Çeşitli hizipler, etnik gruplar ve siyasi hizipler, savaş içindeydi. Ve bu, Almanlardan daha çok can aldı. Almanlar çok insan öldürmek için uğraştı ama yerliler onları geride bıraktı (gülüyor). Bu komik değil ama tuhaf bir şekilde komik geliyor insana. Fark edersiniz ki çılgın yerlerde rahatsınızdır. Tam bir delilik. Sadece onlar yüzünden değil; savaş ve o yıllarda olanlardan dolayı. Yani insanlar bana şunları soruyor: Memleketiniz Belgrad’ı özlediniz mi? Yugoslavya’yı özlediniz mi? Özlemedik!

Sorunuza net bir yanıt verecek olursam; savaş ve savaştan öğrendiklerim olmadan şiirimin aynı olacağını sanmıyorum.

Şiirin sizdeki karşılığı sağlıklı ve net bir iletişim kurmak mı?

Evet, şiir tamamen anlaşılmakla ve açık olmakla ilgili. Her zaman insanlarla iletişim kurmak isterim. Demek istediğim geçmişe gidip Yunanlara, Romalılara bakarsanız ve doğuda Japonlara, Çinlilere onların yazdıkları şiirleri bugün hâlâ anlayabilirsiniz, okuyabilirsiniz. Demek istediğim 12. yüzyıl Çin’i veya 15. yüzyıl Japonya’sı nasıldı anlamazsınız belki ama; o duyguyu ve görüntüyü bir yerinden yakalarsınız…

Doğu şiirine olan ilginize geldi konu… Sanırım şiirle ilk tanışıklığınızda oralarda bir yerlerde…

Lisedeyken Chicago’nun Oak Park denen küçük bir banliyösünde yaşadığımızı hatırlıyorum çok iyi bir kütüphanesi vardı oranın. O günlerde Amerikan kütüphaneleri harikaydı. Oraya bir çocuk, sadece 15 yaşında bir çocuk gidip tüm bu kitapları alıp eve götürebilirdi. Bu yüzden her türlü şeyi orada okumaya başladım. Ve bir gün Çin şiiri antolojisi aldım. Bilirsiniz Çin şiirinin büyük isimleri; Li Po, Du Fu ve diğerleri… Ve işte orada oturup okuyordum ve bu şiirler hoşuma gidiyordu. Ve daha sonra, yıllar sonra bunun inanılmaz olduğunu düşündüm. Demek istediğim; buradayım, Chicago’nun bir banliyösünde yaşayan zavallı bir göçmen çocuk olarak… Burada, Çinli şairleri okumak…

Çin hakkında ne biliyordum ki? Birkaç film izlemiştim, Charlie Chan adında bir film serisi vardı. Bir dedektif olmalı, yani Çinli bir dedektif ve birkaç başka film. En bildiğim şey, gittiğimiz birkaç Çin restoranıydı ama Çin’le ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Ve bu şiirleri okuyunca gözlerim doldu. Çok derinden etkilendim. Japonlar için de aynı şeyi söyleyebilirim. Bu küçük haikulardan birini okudum, bir haiku’dan daha kısa bir şey yoktur. Ve sana der ki, “Sonbahar. Kazlar ötüyor. Tepeden.” Bu kuşları bilirsiniz. Şiirin geri kalanı şöyle ve bence dahiyane: “artık onları hiçbir battaniye örtemez.” Demek istediğim, bu çok çok güzel bir şeydi benim için. Bunu Amerika’da on ya da on beş yaşındaki çocuğa okutabilirsiniz ve bunu beğenirler. “Vay canına, artık onları hiçbir battaniye örtemez…’’ derler. Soğuk bir sonbahar gecesi gibi… İşte şiire böyle başlanıyor…

Söyleşinin tamamını Ekim-Kasım sayımızda okuyabilirsiniz.