Şiir Versus / Aralık 2020 - Ocak 2021

Eren Safi: Türk Şiiri, Uzun Zamandır İkinci Yeni Güzergâhını Kullanmıyor

Söyleşi: Furkan Çalışkan

Şiirine uygun şekilde doğrudan bir soruyla başlamak istiyorum. Bugün Türk şiirinde bir yerin ve etkin var. Öte yandan bu etki senden sonra gelen ve Neo Epik şiir güzergâhını seçen gençler için hem tuzak hem de imkân oldu haliyle. Peki ama Eren Safi kendisi, Eren Safi sonrası şiire geçebildi mi? Yani hâlen şiirin konuşan ve koşan iyi örnekleriyle karşılaşıyoruz ama bu daha ne kadar sürdürülebilir, varmak istediğin yerde misin veya şiir için varılacak yerin nihayetinden söz edilebilir mi?

Bu sorunun cevabını vermek için hem çalışmak lazım hem de bir makale yazmak lazım mesela, en az birkaç tane. Bir şey var yalnız, mesela insan doğrudan kendisi bir şeyin içindeyken o yaptığı şeyi tanımlaması çok zor. Onu bitirdiğinde veyahut belli bir seviyesini geçtiğinde, artık geride bıraktığında onu görebiliyor. Mesela işte konuşma diliyle şiir yazmak denmiş, tamam işte buna “siyasi şiir” demiştim ben, Hakan (Arslanbenzer), Neo-epik şiir diyordu, onun için de başka bir ad vermeye çalıştı benim yaptığım şeye, biz başka bir şey söyledik falan. Evet, içindeyken böyle bir şeyler söylüyorsun. Bunun arkasından sen bunu aşabildin mi sorusu, bilmiyorum yani işin doğrusu. Hani hâlâ bundan on sene önce yazdığım şeylere benziyor benim yazdığım şeyler. Ama bir tarafıyla bir başka şey daha deniyorum: daha gerçek. Ama daha gerçek ne olabilir? İşte onu deniyorum aslına bakarsan…

60’lı yıllarda çeşitli şiir performansları var. Bir Macar bir tane metronomu ortaya koyuyor, başka metronomlar diziyor ve kendisi bunu şiir olarak tanımlıyor, yıl 1964. Şimdi 2020’deyiz ve bu hâlâ çok yeni ve çok parlak bir şey olarak görülüyor, yani buna benzer bir şey yapmak. Bu nasıl bir geriden gelmedir ya da bu nasıl bir kronolojik bozukluktur, nasıl anlamak lazım? Türkiye’de yeni de gerçek de biraz farklı algılanıyor gibi geliyor bana. Ne yeni, ne gerçek?

Neden kaynaklanıyor biliyor musun hiçbir şeyi saklamadan gizlemeden konuşacak olursak, mesela şiirle yüz kişi ilgileniyorsa doksanı aptaldır. Çok açık bir şey bu. Aptaldır, kalitesizdir, elden düşmedir, yapacak başka bir şeyi kalmamıştır filan. Ama böyle görüp gözüne kestirdiği, ben buradan kafayı çıkarırım dediği bir alan burası. Çok zeki, çok yetenekli, çok okumuş yazmış, bir sürü başka yerden beslenen filan yani hakikaten şiir için buraya gelen adam çok az. Bunu bir üniversite gibi düşünsen öyle bölümler var ya, mesela antropoloji. Antropolojide kim okur, bu bölümü kim yazıyor? Oradaki on tane arkadaştan dokuz tanesi çok kötü öğrenciler, o sınavda çok başarısız olduğu için orayı kazanabildiği için gidiyor. Ama bir tanesi var; antropoloji merakı var adamın o yüzden gidiyor oraya. Şiirin de böyle bir problemi var. Bu insanlar salak, aptal insanlar oluşturuyor bu işin ortalamasını. Türkiye’de birçok alanda böyle, şiirde özellikle böyle. Biz zannediyoruz ki bir adam şiirle miirle uğraşıyorsa o adamın kavrayışı, zekâsı, kültürü, okuma yazması belli bir seviyededir. Hayır. Baksınlar etraflarına. Bu edebiyatla şiirle uğraşan adamlar, okuma yazma bilen insanlar içerisinde en az okuyanlardır. Cahil adamın denemesinden ne olacak, cahil lan bu. Yetenek görüyor bir yerden, azıcık kendisinde de var. Çünkü her insanda vardır ya yetenek. Bir de şiir yazmak en kolay iş çünkü konuşur gibi yazıyorsun, o da biraz benim milletin başına bela ettiğim bir şey, ben de yaparım diyor yani.

Finans ekonomisi demişken yıllar önce konuşmuştuk bu meseleyi ve o zamandan beri ben de bakıyorum, takip ediyorum. Türk şiirinin son yıllarında faiz diye bir problemi yok. Bu bir problem değil mi? Mesela Ezra Pound’un faizle bir problemi var. Ezra Pound’a baktıkça ben bir utanç hissine kapılıyorum, üstelik biz Müslümanız. Bir faiz problemimiz olmaması ya da ekonomiyle, iktisatla bir şair olarak ilgilenmemenin ciddi bir problem olduğunu düşünüyorum.

Ne zaman vardı ki? Tabii, Ezra Pound’u yıllarca tımarhaneye tıkmalarının sebebi faşizm değildir faize karşı olmasıdır. Evet, kesinlikle. Çünkü iktisat görüşü insanın siyasi görüşünü belirleyen temel şeydir. Bugün kültürel solculuk ne kadar deli saçması bir terkipse bence kültürel İslamcılık da aynı ölçüde aptalca bir parantez yani ve birçoğumuz bu paranteze sıkışmış bir diskurun içinde debeleniyoruz. Hayat böyle akıyor yani. Ama buna isyan etmeyeceksek, buna itiraz etmeyeceksek, burada söyleyecek sözümüz yoksa diğer söylediğimiz sözlerin ben boş olduğunu düşünüyorum. Burada bir başka şey daha var Türkiye’de geçmişte de bu işin çok fazla görünür olmamasının bir sebebi Türkiye’de şiirin temel sosyal itirazını belirleyenin sol söylem olmasıdır. Sağdan veya İslamcılardan şiire katılan şairlerin söylemini belirleyen de biraz bu olmuştur. Yani o itirazın içinde de yapısal bir itiraz yok güya sınıfsal bir itiraz var. Dolayısıyla bugüne hiçbir şey söylemeyen bir şey bu. Zaten sol da bu iddialarının neredeyse tamamından vazgeçti. Bugün ne bileyim cinsel kimlik üzerinden, ondan sonra cinsellik araştırmalarından, kadın araştırmalarından falan medet uman, etnik araştırmaların da daha altında bir seviyede spesifikleşmiş araştırmalardan medet uman bir kültürel itiraza dönüşmüş solculuktan bahsediyoruz yani. Bunun ciddiye alınacak neyi var, kaldı ki şiirde karşılığı ne olacak. Ama onun dışında Müslüman şairlerin veya işte sağdaki böyle bir duyarlılık veya ideolojik kimlik sahibiymiş gibi görünen şairlerin şiirinde böyle bir şeyin izine rastlıyor muyuz? Hayır. Bu soruyu her birimizin kendimize her seferinde tekrar sormamız gerekiyor bence.

Söyleşinin tamamını Aralık-Ocak sayımızda okuyabilirsiniz.