Şiir Versus / Eylül - Ekim 2020

Hakan Şarkdemir: Şiirin Gücü, Bizim İçin Vazgeçilmez Olanı Bir Şey Talep Etmeden Haber Vermesinde Yatar

Söyleşi: Enes Kılıç

Öncelikle yeni kitabınız Büyük Mukavva hayırlı olsun. Poetika ile ilgilenen yani şiirin öncesini ve sonrasını düşünen birtakım yerli ve yabancı şairlerin eserlerine baktığımızda poetikayı şiirin içine taşıdıklarını görüyoruz. Bu da zihnimizde acaba şiir göz ardı mı ediliyor sorusunu uyandırıyor. Sizce, şiiri göz ardı etmeden poetika ile şiir arasında nasıl bir köprü kurulmalı? Şiir üzerine olan düşüncelerimiz bizi iyi şiire çıkarır mı? Yoksa şiirin, poetika ile bir yerde kesişen ama sonra ayrılan bir yolu mu var?

Çok teşekkür ederim. Şiirin şiir olarak değerlendirilebilmesi için onu şiir diye tanımlayan bir düşüncenin olması gerekir. Buna poetika diyoruz. Poetika, şiir üzerine derin düşünmenin bir sonucudur. Bize şiiri şiir yapan unsurları, bu unsurlar arasındaki ilişkileri, dengeleri ve bunlardan doğan türleri açıklar. Poetikanın zemini teoridir. Teori ise “kat eden, bağlantı kuran ve çıkarım yapan düşünme”nin, yani felsefi/mantıksal düşünümün bir sonucudur. Oysa şiir, genel olarak imgelemin yasalarına tabidir. Ama şiirin, bütünüyle akla, gerçeğe, sözdizimine kapalı olduğunu söyleyemeyiz. İlk bakışta şiir, Platon’un da öne sürdüğü gibi aklı sarsan ve insanı gerçekten koparan, sözdizimini bozan bir şeymiş gibi görünse de imgelemin, bir tür aklı, gerçeği, dili devreye soktuğunu söyleyebiliriz. Buna şiirsel mantık diyoruz. Şiirsel mantık, aklı ve aktüel gerçeği iptal etmez; yalnızca bunları bir süreliğine askıda bırakır. Baumgarten, “estetik, mantığın ‘kızkardeşi’dir,” der. Şiirsel mantığı, şiirin kendi kendini düşünüşü olarak düşünebiliriz. Şiirin kendi kendini düşünüşü, şiirin oluşma sürecini belirler. Baudelaire’in Poe’ya dayandırdığı ilke, bu düşünceyi bir şekilde teyit eder: “Şiirin önünde şiirin kendisinden başka bir şey olmamalıdır.” Hegel de düşüncenin sanat üzerinde kanat açtığını söyler. Bu hâlde şiir, pekâlâ metapoetik bir sözceyi de içerebilir. Bilindiği gibi Paul Verlaine’in Art Poétique diye bir şiiri vardır. “Musiki, her şeyden önce musiki” mısraıyla başlayan bu şiir, şiir hakkında bir şiirdir. Baudelaire’in şairi anlattığı L’Albatros gibi poetik meseleleri şiire sokan çok sayıda metin vardır. Eliot, “The poetry does not matter” derken ya da İsmet Özel, “Edebiyat burada bize yardım edemez” derken estetik olandan uzaklaşır; ama şiirin alanını bütünüyle terk etmez. Kısacası şiir üzerine düşünmek ile şiirde düşünmek, bütünüyle farklı şeyler olsa da bu iki mantık, kimi anlarda kesişir. Bu iki mantık arasındaki dengeyi kurabilmek güç iştir.

90’lı yıllarda Türk şiirinde epik söyleyiş büyük bir atak yaparak kendini tekrar kabul ettirdi. Yani Hece, lirik şiir ve 80 kuşağı şairlerinin etkisiyle kuşanmış Türk şiirine yeni bir soluk getirdi. Bu soluğun öne çıkan iki ismi vardı Arslanbenzer ve Şarkdemir. Özellikle poetik görüşlerinizle de epik şiire farklı bakış açıları getirdiniz. Peki, Neoepik şiir ile modern epik şiir arasında ne gibi temel farklardan söz edebiliriz?

Modern epik derken ben, Dante’den Ezra Pound’a uzanan, ekonomi-politik düzen karşıtı bir geleneği düşünüyorum. Bu geleneği belirgin kılan, onu klâsik epik şiirden ayırt etmemizi sağlayan başlıca özelliklerden biri, şairin personasının kaplamlı bir dünya(lar) tasavvuru içinde duyulur olmasıdır. Bu anlayışın örneklerini, modern sonrası dönemde Charles Olson, Allen Ginsberg, Amiri Baraka gibi şairlerde de izlemek mümkündür. Türk şiirinde ise İkinci Yeni’nin özellikle ikinci döneminde (1959 sonrası) bu anlayışa benzer bir duyarlığın geliştiğini ve İsmet Özel’le birlikte belirginleştiğini söyleyebiliriz. Elbette Tevfik Fikret, Mehmet Âkif, Nâzım Hikmet gibi şairlerin yer aldığı ethos damarı, epik şiirin -modern bir duyarlık olarak- şiirimize yerleşmesine katkı sağlamıştır. Neo Epik şiir ise, genel olarak modern epik şiirin dünya ve Türk şiirindeki temsilcilerinden etkiler alan, yoğun olarak 1996-2001 yılları arasında gelişen bir şiir hareketidir. Bu harekete bağlı şairler, o dönemde çıkardıkları dergilerle (Şehrengiz, Atlılar, Mizan) şiirde, teoride, gündelik hayatta duygu-düşünce-yaşayış birlikteliğini, yani bir tür şiirsel decorum’u bir topluluk tavrı olarak teklif etmiştir. Bu anlayış sonraki yıllarda kurucu ve öncü şairler yoluyla farklı poetik tercihlere evrilmiştir. Bu hareketin savunduğu şiirin ve teorik anlayışın etkilerini yalnızca kendi döneminde değil, kendinden önceki ve sonraki dönemlerin şairlerinde de görmek mümkündür. Hatta bu anlayışa karşı tavır alan birçok ismin, bugün hâlâ aynı duyarlıkta şiir yazmaya çalıştığı söylenebilir.

Söyleşinin devamını Eylül-Ekim sayımızda okuyabilirsiniz.