Şiir Versus / Haziran - Temmuz 2020

KILL THE SOUP

Salim Nacar

sana da hayatın bitmiş gibi geliyor mu dursun
çocukların büyüyünce gözünde birdenbire

eylemlerde aşırılık, yalnızlıkta müztehzi diyelim
köpekli bir tarama, buğzaman makineleri, aruzsavar ilikler
sahibininsesi bir teselli, üzümü sıkacak ama şarabına el koymayacak
yerli ilahiyat ve bordrolar, inşaat sahillerini kollamada yoksun
bir şans verin bu adama hey, das schwarze schaf sein
eline girit düşen aşık: kur’an kurslarında çatlayan ayn
türkçe blues’a keskin içülkeler; sevgililer boğmazsa yüzlerini bu hesapta
ikinci cihangir işgalinin pijamalar yönünden kurtulduğu
ekilip ama biçilmeyen isevi günlerin arifesindeyim, yoz yosun
gezitikinden bileklerini kesip dava önderi olmuş herkes ay-açık
benimse dudaklarımı kesmiş harp, günlerdir uykusuzum

sen bana şairlerin verem olmadıkları ama kanlı suratlarıyla oturdukları
peygamber bekledikleri ama toplumdan istifa ettikleri günleri anlat
sakallarım uzuyor saçkıran bir dişiliğe doğru
devletin tüberküloz oğulları, fatih camii’nde yükselirken kudüsey!
bir erken çomar yaratmış diş iplerinin ortaçağında
amsterdam müzelerine biat eden sarih aklın şiiri değil bu
dilini bilmediğin halde ortAASında vurulduğun savaş
“ayışığı kırmaktadır sesindeki ışığı” gibi mektuplarla dokunmuş
halkın göğsündeki şenliktir, perspektifler çürür burada, gök uzar
dualar alır yerini, bulur tezgahını yoksunluk
aşevlerini istimlak eden faiz hesapları tıkanır telefonlara
ödenekler ve hava kurumları çevrimiçi bir hikmetle budanır
diridir hüznün, ve yalnızlık
sakınan bir kelime olmaktan çıkar artık

bak, akşam haberlerine kemgözle takınıyor, cadının başbakanı
tepeleme bir aşka çekilsek, göğümüzde görk değil o barbar ışık
bu ülke kalbimize ne çok benziyor, diyanette dergi
kalmamış, kitapsan’dan almak istemiyorum, geçelim
çünkü kalbim sıkışıyor gavura eski bir yüzümü anlattığımda
-ihtisar sahibi albayların- grup birlik çağrılarındaki parlaklık
hizipçiler, hayalperestler, tütün saranlar, sigortacılar, çağrılanlar
yaralı bölgeye işeyenler, taralı alanlara çiçek ekenler, dal budayanlar

yoksulluk yasası uzun bıçak darbeleriyle çekildiğinde gecekondulara
planyada yumrulaşmış eliyle dünyadan dönen babamın
karşısında konuşacak gücüm kalmadığında
iletken maddeleri dilimle yoklamak geliyor içimden
kimyanın eski bir yasasını düşünüyorum ve babamın yirmi yıl önce
bıraktığı sigarayı. biçimci nisan küreleri ve ayışıtmaz çocukluk içinde
yaygın hastalıklara ve göz hasarlarına karşı kanserli hücreler gibi
patlıyor portakal çiçekleri

piç buruk beton fransa, petrus sınırda el işlerken kitschlik dümeniyle
halk anlamında maaşsız tüfekler saksılanarak, kıyıboyu bir itlik için
gramer yükünü yoksullardan alalım diyor
doktor! grammer yükü [GY]: sen benim saf tutan bir arkadaşımsan
dilin de bir maliyet işi olduğunu bilirsin
ve -ekmeğin en hudutsuz türkçe’de durduğunuyaz
açıklarında tüneyince daha bir gülümser gelir kelimeler, daha sıcak
hedef [kadın kahramana taksitsever bir yaz bırakmak olsa da]
bir caz konserinin afişi altında, ağaca yaslanan sırtın sıcaklığı alır kederini
çünkü dünya bizi pilatese zorluyordur,
netflixe, ihtiyaç kredilerine, öğretmen odalarında avona
eşikaldatma hücrelerinde kansere ilişmiş “kardeşlikler”
rousseau yosunlarına boy vermeyen birtakım düş kırıklıkları
çekilince ülkülerden, model deneyler, yarımadam şarkıları
nasılsa sendikalardan, pusulalardan ve yasalardan
arınmış bir sokak buluyorum, yeni cami ile bulvarı kesen boşlukta, uzun
sonra birdenbire iç güçlere N95 maskeler iniyor uçaklardan
allah’ın sık sık bahsettiği intikam saati
76 no’lu belediye otobüsünü beklerken gerçekleşiyor
muavinlere ait bir mescidden öğlen namazını göğe uzatıyorum
mutsuz insanlar diyorum biraz daha kindar olmalı
papatyaları ve kapı önü menekşelerini dünyaya hazırlamak zor iş
bir gün bitiremediği liseye döndüğünde ismail’in tavan yapan patikası
iş yeri açma belgesini ve ruhsatını son krizde pusulaya
yapıştırmış olmanın ilahisiyle, göğüs kafesine yüklenip kurtarıyor kendini
arkadaş ölümleriyle, kalediplerinde ve ocaklarda vaftiz edilerek
oy verdiği sandıkların ağırlığı altında soluyor gülü, rezervi, mülkiyeti
zengin bir alman tekstilcinin oğlu nasıl örgütlü baktıysa doğaya
verlaine’e karşı kırılmış bir erkek olmak mı daha güç
sevilmeye açık bir fizik düşünmek mi? anlat ona.

bu dünyada bir gün bile yaşamamış olanlar nereye gömülecek?
ondan bende jeton, istasyon’a doğru yürürken düştü
annemin doğduğu evin molozlarını soluyor şimdi mülteciler
telefonum hep aynı numaradan çalıyor, sözleşmeniz bitmek üzere
evet bitmek üzere evleri ve anneleri büyük gösteren yalan
“ılık kocaman bakışlar alıyorum bir kutu tablet asprin”
düzeltmek için dilimle yokluğunu
çünkü bu çok çiğ çağ beni hiç uygun olmayan fırsatlardan doğurdu
diyorum dünyada umutsuz ve tanrısız ne çok çiğdem var
ne çok çiğdem var, lise bahçelerinde sevgileri karşılıksız bırakan
bütün tabelalar toplu konutlarla uyumlu, tahsilatlar halkın onuruyla
-hani morgan’ın sonradan farkettiği hız arttıkça uzu’yan tabelalarenjektördeki
sıvı şey bir deniz olmalı, kapıda elinde çiçeklerle
o terminatör, çift cepli gömleklerin yerleşik ticaretiyle, üzgün
sismik vergiler yaratıyor yarın kırlarda öpülmek üzere
venedikte yaşayıp dudağını othello’ya gömenler
birde ön sıraları kapıyorlar kanlarına kadar şiir içinde
bu ülke bu yüzden bu kadar şiir içinde, hep bizim olan bu ülke
çağdaşlarım kırıyor etimi kemiğimi
aldırmıyorum

bordrosunda çocuklarının olduğu yazıyor
demek ki sayılı şehitlerinden eve erken dönmenin
oğlunu güzel anılar okşuyor, zihninin kırıklarıyla
bir müsamerenin ortasında patlayan silah:
şairin dallarına tüneyen ıslığı vurdu
toplumsallık başlayabilir bir an önce.